Bir zamanlar yollarını gözlediğimiz, gelişini sabırsızlıkla beklediğimiz postacılar şimdi nerede, ne yapıyorlar acaba?
Bir zarfın kenarına dudaklarımızı dokundurduğumuzda dilimizde kalan buruk tat gibi, onlar da zamanın içinde silinip gittiler. Sararmış kâğıtlara dökülen duygular, özlemle yazılmış satırlar ve hasretin en içten kelimeleri artık postacının çantasında değil. O çanta şimdi resmî evrakların, faturaların soğuk yüzüyle dolu. Mektupların içinde saklı sevinçler, gözyaşları, umutlar ve vedalar, hatıralarla birlikte mazinin derinliklerinde kayboldu.
Bir postacı çocuğu olarak, hatıralarımın arasında geziniyorum. Bahar sabahlarında sokağımıza girerken gülümseyen postacıyı hatırlıyorum. Ellerindeki zarflarla evlere sevinç taşıyan, özlemi bir adrese sığdıran o insanlar şimdi yok. Oysa eskiden postacı, sadece mektup getiren biri değil, aynı zamanda evlerin sıcak bir misafiri, bekleyenin umudu, mahallenin tanıdık bir yüzüydü.
Pencere önlerinde yolları gözlenir, güzel haberler getirdiğinde ona ikramlarda bulunulurdu. Soğuk bir ayran, gölgesinde soluklanabileceği bir sedir, bazen de içten bir teşekkür... Şimdi ise kapı açıldığında alınan bir tebligat ya da faturadan ibaret bir meslek kaldı geriye.
Kim bilir kaç sevdalı, mektupla yârine kavuştu? Kaç asker, gurbet ellerde anasına yazdığı satırları titreyen ellerle postaya verdi? Kaç anne, evladının el yazısıyla yazılmış bir mektubu göğsüne bastırarak kokladı?
Mektup, yalnızca bir kâğıt parçası değildi; o, sevdanın, hasretin ve kavuşma umudunun mühürlendiği bir vesikaydı. O zarfların içi bazen müjdeyle bazen hicranla doluydu ama her hâlükârda bir insana dokunuyordu. Şimdi ise o dokunuşun yerini, ruhsuz bildirimler ve soğuk ekranlar aldı.
Eskiden postacı, şarkılara, şiirlere ilham olurdu. “Bak postacı geliyor, selam veriyor...” diye başlayan neşeli şarkının mısraları, şimdi yalnızca eski kuşakların dilinde. Oysa o şarkıyı her duyduğumuzda gözümüzde canlanan bir manzara vardı. Sırtında çantasıyla adımları sokakta yankılanan, elindeki zarflarla sevinçleri ve hüzünleri taşıyan bir adam... Artık kimse yolunu gözlemiyor postacıların. Onların getirdiği mektuplar, mahkeme kararları ve faturalarla anılır oldu. Sevinç taşıyan değil, kaygı getiren bir figüre dönüştü postacı.
Oysa bir zamanlar postacının ayak sesi, kapıların aralanmasına, yüreklerin hızlanmasına sebep olurdu. Gurbetteki bir oğlun, askerdeki bir sevdanın, uzaklardaki bir dostun izleri olurdu getirdiği satırlarda. Şimdi ise mektupların yerini bildirimler, dijital mesajlar aldı. Evet, iletişim hâlâ sürüyor ama o samimi duyguların sıcaklığı kayboldu. Klavyenin tuşlarına dokunarak yazılan bir mesaj, bir zamanlar ince ince kâğıda işlenen harflerin ruhunu taşıyamıyor.
Mektuplar sustu. Ama hatıralar hâlâ dipdiri.
Belki de postacılar eskisi gibi sevinç getiremiyor ama onların anıları, zarfların arasında sıkışıp kalmış o güzel kelimeler, bir zamanların mahzun mektupları hâlâ kalbimizin bir köşesinde duruyor. Kim bilir, belki bir gün yine bir zarfı açarken, o unutulmuş duyguların kokusu yayılır da biz de bir an için o eski günlere döneriz...
Yorum Yazın