Son yıllarda hepimizin dikkatini çeken bir gerçek var: Mevsimler artık eskisi gibi değil. Kışlar yeterince soğuk ve yağışlı geçmiyor, yazlar ise daha uzun ve daha sıcak oluyor. Bu değişim sadece şehirlerde hissedilmiyor; doğa da büyük bir dönüşüm içinde. Bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri ise Türkiye’nin ortasında yer alan ve yıllardır adeta sessiz bir uyarı gibi duran Tuz Gölü.
Tuz Gölü, Türkiye’nin en büyük ikinci gölüydü. “Vardı” demek belki daha doğru çünkü son yıllarda göl her geçen gün biraz daha küçülüyor, yüzeyi çatlıyor, tuzun yerini toz bulutları alıyor. Eskiden kilometrelerce uzanan beyaz tuz tabakalarıyla göz kamaştıran göl, şimdi yer yer çöl görüntüsüne bürünmüş durumda.
Peki, ne oldu da Tuz Gölü bu hale geldi?
Cevap oldukça net: İklim değişikliği ve kuraklık. Türkiye genelinde yağış miktarları düşerken, sıcaklıklar artıyor. Bu da göllerin ve nehirlerin beslenmesini zorlaştırıyor. Eskiden yağmurla, karla dolan göller artık su alamıyor. Öte yandan insan etkisi de büyük. Tarımda bilinçsiz sulama, yeraltı sularının aşırı kullanımı, göle gelen derelerin önüne yapılan barajlar ve kanallar gölü besleyen su yollarını kuruttu. Doğal denge bozuldu.
Tuz Gölü’nün kuruması sadece görsel bir kayıp değil; çok daha büyük sorunların habercisi. Göl çevresinde yaşayan kuşlar, özellikle flamingolar, artık yuvalarını yapacak alan bulamıyor. Binlerce kuşun yaşam alanı yok oluyor. Kuruyan göl yatağından kalkan tuz ve toz, rüzgarla kilometrelerce uzağa taşınıyor ve bu da hem tarım arazilerini verimsiz hale getiriyor hem de insan sağlığını tehdit ediyor. Astım, bronşit gibi solunum hastalıklarında artış gözlemleniyor.
Ayrıca gölün kuruması bölge ekonomisini de olumsuz etkiliyor. Tuz üretimi giderek azalıyor. Göl etrafında çalışan, geçimini buradan sağlayan insanlar işsiz kalma riskiyle karşı karşıya. Yani mesele sadece doğa değil; insan da bu felaketin bir parçası haline geliyor.
Tuz Gölü’nün kuruması aslında bize çok açık bir mesaj veriyor: Eğer doğayla olan ilişkimizi gözden geçirmezsek, yalnızca göllerimizi değil, geleceğimizi de kaybedeceğiz. Su kaynaklarımızı daha bilinçli kullanmalı, tarımda sürdürülebilir yöntemlere yönelmeliyiz. Herkesin üzerine düşen görevler var: Birey olarak su tasarrufu yapmak, yetkililerin daha doğru çevre politikaları geliştirmesi için sesimizi yükseltmek ve doğaya saygılı bir yaşam tarzı benimsemek.
Tuz Gölü’nün hikayesi, sadece bir gölün değil, hepimizin hikayesi. Doğaya kulak vermenin, onu korumanın tam zamanı. Çünkü doğa sessiz kalmaz; biz anlamasak bile eninde sonunda cevabını verir.
Yorum Yazın