Ankara'nın en eski ticaret erbablarından Ayhan Mağazasının sahibi Ayhan Sümer en son röportajını Redaktör Haber dergisi imtiyaz sahibi İbrahim Gökdemir'e vermişti. Ayhan Sümer son sözlerinde "Eski Ankara'yı çok özlüyorum" demişti...
Bu röportaj henüz hiç bir yerde yayınlanmadı. Ayhan Sümer ile yapılan son röportaj İlk defa okuyacaksınız....
İşte İbrahim Gökdemir'in o röportaj;
Kızını okutmak için Ankara’ya taşınan hafız babanın kızı (Adalet Ağaoğlu) yazar oldu, oğlu ise babasının kurduğu mağazayı geliştirerek "Ayhan Mağazası" adıyla Ankara ticaretinin önemli markaları arasına kattı. Bir Ankara markası olan 1920’de kurulan 1969’dan bu güne Ayhan Mağazası adıyla hizmet veren mağazanın sahibi Ayhan Sümer hayatından kesitleri ve eski Ankara’yı anlattı.
-Sizi ve ailenizi tanıyabilirmiyiz?
HAFIZ VE TÜCCAR ÇALIŞKAN BİR BABAMIZ VARDI
Yıl 1938. Nallıhan Ankara’nın en uzak ilçesi ve unutulmuş bir Anadolu kasabası. Babam Hafız Mustafa Sümer Nallıhan’ın kuşaklar ötesinden yerlisi. Nasuh paşa camiinde Cuma namazlarını kıldıran bir hafız. İlçenin en çalışkan, müteşebbis insanı. Nallıhan’ın tiftiğini, kozasını, pirincini, kağnı arabalarıyla İstanbul’a götürüp satabilen, dönüşte de Nallıhan’ın ihtiyacı olan, kırtasiyeden kumaşa, kalaydan hayvan nalına ve mıhına kadar getiren çalışkan bir insan.
Annemiz Emine İsmet Sümer Saraybosna asıllı. 4 kardeşiz. Abim doktor Cavit sümer, kızkardeşim Adalet Ağaoğlu, üç numara ben Ayhan Sümer ve dört numara Güner Sümer. Dr.Cavit Sümer ve Güner Sümer erken yaşta hayatını kaybetti, şuanda hayatta Adalet Ağaoğlu ve ben kaldım.
KIZINI OKUTMAK İÇİN GÖÇ ETTİ
1938 senesinde Nallıhan’da 5 sınıflı bir tane ilkokul var. Abim Cavit Sümer, ilkokulu bitirdi ve babam yatılı okula gönderdi. Arkasından Adalet Ağaoğlu’da ilkokulu bitirdi. Fakat babam ve annem kız çocuğu olduğu için tek başına dışarıya okumaya göndermek istemiyordu. Aile karar verdi, 1938 yılında babam Nallıhan’da ki işlerini yavaş yavaş tasfiye ederek Ankara’ya göç ettik.
Ankara yeni Başkent olmuştu, ev sıkıntısı vardı. Bir evde 3 – 4 aile birden oturuyordu. Babam da ev arıyor bulamıyordu. Gazi lisesinin karşısında Hacıdoğan mahallesinde 3 ailenin yaşadığı bir yerde 2 odalı bir ev buldu sonunda. Aynı evi paylaştığımız komşularımız, Bakanlıklar inşaatında çalışan Macar işçiler, matbaacı Hüsamettin Bey, özel idarede çalışan Sungurlulu Bilal bey ve biz dördüncü aile olarak eve yerleştik. Böylece Nallıhan’dan Ankara’ya ayak basmış olduk.
-Ticareti Baba mesleği olarak mı öğrendiniz?
Babam Ankara’ya taşındıktan sonra Nallıhan’da ki işlerini bir anda bitirmedi. Zaman zaman Nallıhan’a gider işlerini yürütürdü. Ancak belli bir zaman sonra Nallıhan’da ki ticaretini tamamen Ankara’ya yöneltti. Ankaralı Fevzi Çakırcı’dan bir tuhafiyeci dükkanı aldı. Bende Ankara Gazi lisesinde okuyordum. Her okul çıkışında babamın mağazasına gider yardım ederdim. Okulu bitirdikten sonra tüm zamanımı babamın işyerinde geçirerek bende ticaret yolunda ilerledim.
1941 senesinde babam Nallıhan’da ki bütün malını mülkünü sattı meşrutiyet caddesinden 25 bin liraya yeni bir apartman aldı. Biz 4 ailenin oturduğu evde banyo, tuvalet, mutfak müşterekken, birdenbire babamın aldığı, yağlı boya kokan elektriğini açtığı zaman yanan, musluğunu açtığın zaman suyu akan bir evde bulduk kendimizi öyle bir sınıf atladık ki.
Abim Erdal İnönü’nün sınıf arkadaşıydı Erdal İnönü her sabah ağabeyimi arabasıyla alıp okula götürürdü. Adalet Ağaoğlu özler İnönü’nün sınıf arkadaşıydı.
HAFIZIN ÇOÇUKLARI MEŞAKKATLİ GÖÇÜN KARŞILIĞINI VERDİ
Hafız olan Mustafa Sümer’in kız çocuğunu Ankara’ya getirip okutması neticesinde bir edebiyatçı, bir tiyatrocu, bir doktor ve bir ticaret erbabı ortaya çıktı. Bugün Kız kardeşim Adalet Ağaoğlu’nun Türk edebiyatında almadığı ödül kalmamıştır. Ben çekirdekten yetişme tüccar oldum. Ülke ekonomisine her yönüyle katkı sağlayan bir tüccar. Rahmetli abim Cavit Sümer doktor oldu. Diğer kız kardeşim Güner Sümer’de Ankara sanat tiyatrosunu kurdu. Orhan Kemal’in tüm eserlerini sahneye koydu. Halen Güner’in cüzzam diye bir piyesi devlet tiyatrolarında oynar.
-Neler yapardınız Ankara’da o yıllarda, bugün ki gibi gezecek pek yer yoktu sanırım?
ANKARA KÜLTÜR SANATIN MERKEZİYDİ
Ankara’nın çok güzel günlerini yaşadık, yeni başkent olmuş çok güzel ufuklara açılmıştı. Bulvardan izmir caddesine girerken, sağda özen pastanesi, solda kutlu pastanesi vardı. Kutlu pastanesinde akşam olunca viyolonselle ve piyanoyla oda müziği yapılırdı. Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Baki Süha Edipoğlu gibi tanınmış edebiyatçılar ayda bir orada toplanırlardı. Adalet (Adalet Ağaoğlu) ve ben edebiyata meraklı olduğumuz için üç beş arkadaş orada bulunurduk. “Herkes bu ay ne yaptınız?” diye birbirine sorardı. Ben şunu yaptım, bunu yaptım derken, Ahmet Muhip Dıranas cebinden kendi el yazısıyla yazdığı bir kâğıt çıkarttı, “bende yeni bir şiir yazdım” dedi ve Fahriye abla şiirini okudu. (Türk edebiyatının en ünlü ve gizemli şiiri) Dıranas bu şiiri ilk defa orada okudu. Öyle anlaşılıyordu ki henüz birkaç hafta belki de birkaç gün önce yazmıştı o şiiri.
Ankara’ya İstanbul’dan bile tiyatro seyretmeye, opera seyretmeye insanlar gelirdi. Ankara’da böyle bir kültür vardı. Ankara hakikaten kültür sanat ve eğitim bakımından başkent olmaya layık bir şehirdi.
-Ankara sokaklarında unutamadığınız anılarınız vardır. Paylaşır mısınız?
EMNİYET 2. ŞUBE MÜDÜRÜ EŞREFİN ELİNE DÜŞTÜK
Emniyet 2. Şube Müdürü Eşref vardı. Makam arabası sepetli motosikletti. Bir memur motosikleti kullanırdı kendisi sepette otururdu. Caddelerde sarhoş, düzeni bozan birileri olduğu zaman toplatır, eksi 28’lerde Elmadağ’ın eteklerine bırakırdı. Şimdi gel de sen düzen boz bozabiliyorsan.
Lise son sınıf talebesiyiz, çıktık bir yerlerde biraz eğlendik. Yüksek sesle şarkılar söylüyoruz. 10-12 arkadaş Ulus meydanına yakın bir sinema var oraya doğru gidiyoruz. Biraz sonra Eşref motosikletle geldi “bunları alın içeri” dedi. 2. Şubeye düşmek felaketti, bizi götürdüler. Eşref, Komiser kolomb gibiydi. Kötü bir pardösüsü, kötü bir fötr şapkası vardı. Geçti masasına bizim ifademizi almaya başladı. “Senin adın ne?” diye sıradan sormaya başladı. Arkadaşımın biri “Can yücel” diye cevap verdi. “Baban kim?” diye sorunca arkadaşım “Milli Eğitim Bakanı” dedi. Diğerine geldi sıra “senin adın ne” cevap verdi “Yüksel Bozkurt, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un oğluyum” ve bir diğerine “senin adın ne?” “Özer Gergir babam Ankara üniversitesi Hukuk fakültesi dekanı” deyince Eşref şaşkın ve sert bir tonla “çıkartın bunları” dedi.
-Eski Ankara’nın ticareti nasıldı? Daha çok ticaret hangi bölgede yoğunlaşırdı?
Ulus heykel ile Samanpazarı, Anafartalar, posta caddesi hal, Hamamönü gibi yerlerde ticaret teksif etmiş gibiydi. Son derece dürüstlük vardı. Kredi kartı falan yoktu, esnaf defteri vardı. O defterlere yazılır, ayın sonunda herkes taksidini öderdi. Senet sepet yoktu. Bir esnaf arkadaşın durumu kötü olursa 5-6 esnaf bir araya gelir onun sıkıntısını giderirdik. Aza kanaat vardı, büyük kar marjları yoktu. Her ürünün bir kalitesi vardı eskiden. İnsanlar kanaatkardı.
-Eski Ankara’ya göre yeni Ankara’nın durumu nedir sizce?
Ankara estetik olarak sağlıklı büyümedi. Eskiyi restore edip ihya edeceğine görgüsüzce binalar yapıldı. Acımasız kapitalist dediğimiz bir düzene girildi. Bir Paris 200-300 senelik binaları ayakta tutuyor. Aslına göre restore ediliyor. Caddeler çok büyük genişlikte açılmış, bizde yeni yapılan yerler bile dar dar yapılmıştır. Şehircilik anlayışı Ankara’da olmadı. Hamamönü dediğimiz yerde Veysel beyin (Veysel Tiryaki) yaptığı yerler eski imajına kavuştu korumaya alındı sayılır. Eskiden buralar hakikaten çok kaliteli ve Ankara’nın yaşadığı yerlerdi. Hamamönü, cebeci, Hacı bayram, Ulus meydanı ve civarı, İsmet Paşa mahallesi bunlar Ankara’nın kale ve eteklerine kurulmuş ilk ahşap evlerdi. Burada bazı yerler pilot bölge seçilseydi, eski Ankara işte böyleydi diyebilseydik. Şimdi çocuklarımıza gösterebileceğimiz çok bir şey kalmadı. Devasa gökdelenler yapıldı ve bu kadar alışveriş merkezi dünyanın hiçbir yerinde yok.
- Eski günleri ve eski Ankara’yı Özlüyor musunuz?
ŞİMDİ Kİ ANKARA BENİM ANKARA’M DEĞİL
Ben Ankara’nın 250 bin kişilik zamanını yaşadım. Ankara çok büyüdü. Ankara bir zamanlar kültür ve memur şehri olarak anılırdı. Sanayi yoktu, ticaret yoktu ama bir kalite vardı. Şimdi sanayi de var ticarette var, şehir 5 milyon oldu ama ben eski Ankara’yı arıyorum.
İnsani ilişkiler, dayanışma, iyiye güzele doğru bir gidiş. Şimdi ki Ankara benim Ankara’m değil, Ankara insanların giyimiyle, parklarıyla, caddeleriyle 1950 -1960’lara kadar örnek bir şehirdi. 1960’tan sonra Ankara değişime maruz kaldı. Bulvara çıktığınız zaman, parklarda, kahvelerde dolaştığın zaman o insanların kalitesi estetik duygular güzellikler iyiye ve güzele doğru gidiyordu.
-Başkent Ankara Meclisinin çalışmalarına katılıyorsunuz. Nasıl buluyorsunuz?
Başkent Ankara meclisinin hiç tartışmasız amacı çok güzel. Bu teşebbüsler çok güzel. Niyetler çok iyi, çeşitli şehirlerin federasyon başkanlarının da burada bulunması gayet güzel. Çok laftan ziyade eyleme geçmeliyiz. İş bitirilmeli, Ankara meclisinin başarılı olacağına inanıyorum. Herşey ekipledir, ekip iyi olması lazım. Gördüğüm kadarıyla Nevzat Ceylan’da güzel bir ekiple çalışıyor ve başarılı olacağına inanıyorum.



























Yorum Yazın